27 Haziran 2025 tarihinde en yakın arkadaşlarımdan Arda Yıldız ile Kızılay’da buluştuk. Gürcistan’a düzenlediğimiz 2 günlük gezi için önce Esenboğa Havalimanı’na gittik, Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan aktarmayla Türkiye saatiyle 04.20’de Tiflis’e indik.

Tiflis Havalimanı, 05.20

İndikten sonra ikimiz de ne yapacağımızı bilemedik ve bir süre afalladık diyebilirim. Yerel saatle 05.30 civarında, hiç bilmediğimiz bir ülkenin anlaşımlaz alfabesiyle yazılmış yazılarla dolu ufak bir binadaydık sonuçta. ATM’lerden birinden kullanmak rahat rahat kullanabilmek ve nasıl işlediğini öğrenebilmek amacıyla 100’er Lari çektik, sonra da şehir merkesine nasıl gideceğimi düşünmeye başladık. Daha doğrusu başladım, çünkü Arda çoktan “Bolt” uygulamasını indirmişti ve bizi şehre götürecek bir araç kiralamaya çalışıyordu. Benim orada “Otobüs falan da yok sabahın köründe nasıl gideceğiz biz” diye söylenip etrafa bakınmama ve Arda’nın da telefona bakınmasından cesaret alan bir göbekli taksici arkadaşımız bizi uygulamada gördüğümüz fiyatın iki katına ikna etmeye çalıştı. Bozuk bir İngilizce ile “go faster, go sleep” gibi cümleler ediyordu. Biz uygulamada daha iyi bir fiyat gördüğümüzü söyleyince de adam benzin fiyatından şikayet etti, eğer hafızam beni yanıltmıyorsa. Bizi kekleme umudunu yitirince de bırakıp gitti, biz de uygulama üzerinden yüksek puanlı bir sürücüyü çağırdık ve şehir merkezine gittik.

Söylemeden geçemeyeceğim, sürücü GTA karakteri gibi bir tipe sahipti. Keşke fotoğrafını çekseydim.

Liberty Square

Meydanı boydan boya dolaşıp Arda’nın bir hükümet binasının kapısını açtıktan sonra daha lafa bile girmeden “NO” cevabını almasının üzerine acıktığımızı fark ettik: Gece hiçbir şey yememiştik ve gece yolculuğu yapmıştık. Sabahın körü olduğu için hiçbir yer de açık değildi… İstanbul Döner hariç.

“Gürcistan’a gidip ilk yediğiniz şey döner mi oldu” demeyin, çok açtık. Personel de Türkçe konuşuyordu.

Neyse, karnımızı doyurduktan sonra sokakları bomboş olan şehrin içinden geçen nehrin yakınlarına gittik ve orada gezmeye başladık. Tiflis’in kesinlikle ziyaret edilmesi gereken hamamlarını, onun dibinde bulunan Haydar Aliyev Parkı’nı ve sokakları gezdik. Zaten o saatlerde yapılacak daha iyi bir şey de yoktu. Şehir ölüydü. Bir ara özel hamamlardan birine girip gece saat 20.00-21.00 arasına bir hamam odası ayırttık. Planımız şehri iyice gezmek ve gece yorulunca buraya gelip temizlenmek ve dinlenmekti.

Zamanın ilerlemesiyle ve bulunduğumuz bölgeden sıkılmamızla Tiflis’in oldukça ünlü olan ama bu yazıyı yazacağımı hiç düşünmediğim için ismini öğrenmediğim ve üşengeçliğimden ötürü de öğrenmeyi reddettiğim, öğrenmeyeceğim oldukça büyük bir kiliseye (sanırım katedral deniyor) gittik. Gürcistan gezimizin tarihi mekan ziyaretleri böylece başlamış oldu.

Kiliseye ulaştık ve girişte bir rahibe tarafından karşılandık. Rahibenin suratında bir deformasyon olduğunu hatırlıyorum, sanırım bir gözü yoktu ve keskin bir aletle yapıldığı belli olan bir yara izi vardı. Acaba ne yaşamıştı…

Bu rahibenin girişe konma sebebi ise benim giydiğim şort gibi “uygunsuz kıyafet” giyenleri uyarıp onlara örtü vermekti.

Biz vardığımızda içeride bir tören vardı. Girişte fotoğraf çekmenin yasak olduğu belrtildiği için telefonummu çantama koydum ve fotoğraf çekmedim. Anlaşılan içeride bu kurala uyan tek kişi bendim. Bizim dışımızda içeride yaklaşık 30 tane uzak doğulu turist vardı ve her şeyin fotoğrafını çekiyorlardı. Bazıları oldukça yüksek sesle de konuşuyordu, sanki “dininizden bize ne, fotoğraf çekmeye geldik biz” diyorlardı. İlginç insanlar. Bari tören varken susun…

İçini gezdikten sonra dışarı çıktık… Ve pişmeye başladık. Güneş yükselmişti, ve kilisenin avlusunda ağaç yoktu. Kilise şehre tepeden bakan bir konumdaydı, bir süre şehri izledik ve oradan ayrıldık.

Tiflis’te bütün şehri tepeden gören dev bir heykel var: Mother of Georgia. Oraya gitmeye karar verdik. Bu aynı zamanda şehrin ortasından geçen teleferiğe binmek için de bir sebep yarattı bize. Alman ve Rus turistlerle birlikte teleferiğe bindik ve heykelin bulunduğu tepeye çıktık. Heykele çıkan yolun iki kenarına da kurulan sokak tezgahlarını arasından ilerleyerek ve aşağı yukarı hareket eden turist kalabalığının arasından sıyrılarak heykele ulaştık. Heykelin eteklerinin hemen altına kurulan platformdan bütün şehir gözüküyordu. Bu kadar. Başka bir esprisi yok açıkçası.

Şimdi burada durup ufak bir şeyden bahsetmek istiyorum: Tiflis pek de bir esprisi olan bir şehir değil, gezmesi oldukça monoton ve “yapay” hissettiriyor. Evet, tarihi bir sürü mekanı var, ama şehre güzel entegre edilmemişler. Bununla birlikte herhalde “ya bizim şehrimizin pek de bir esprisi yok şuraya buraya ilgi çekici bir şeyler koyalım da ziyaret edilsin” demişler ama o “ilgi çekici” şeyler sadece uzaktan ilgi çekici. İçleri davul gibi boş hissettiriyor. Neyse…

Heykelin dibinde bir botanik bahçesi var. Onu gezdik. İyiydi hoştu ama çok bir özelliği yoktu. O yüzden de fotoğraf çekmedim. Eğer Tiflis’e gelirseniz ziyaret etmeyin derim. Ağaç var şelale var çiçek böcek var, o kadar. İçinde patika olan herhangi bir ormana girmekten pek farklı bir deneyim sunmuyor.

Bu günün geri kalanında Tiflis’in ara sokaklar ve mahallelerinde gezdik. Çoğunukla şehrin fakir ve belli bir ekonomik düzeyin altında olan yerlerde… Halkın büyük bir kesminin kötü koşullar altında yaşadığını söyleyebilirim. Şehrin çok büyük bir kısmında binalar eski ama daha da kötüsü bakımsız. Gezdiğimiz sokaklar pek de tekin hissettirmiyordu.

Hem Arda’yı hem de beni rahatsız eden bir şey de şehrin önemli ve tarihi mekanlarının çoğunun üzerinde bir yerinde renkli grafiti bulmamak imkansız. Şehrin dokusu pek iyi korunamamış.

Sokaklarda gezdikçe ülkenin politik olarak çalkantılı bir dönemden geçtiğini hissediyorsunuz. Ülke, batı ve Rusya arasında kalmış gibi hissettiriyor. Duvarlarda İkinci Dünya Savaşı ve günümüz Rusya-Ukrayna Savaşı’yla ilgili bir sürü yazı bulmak mümkün.

Tabi, protestoların olduğu bir dönemde oraya gitmemizle de açıklanabilir bu… Neyse.

Gece yaklaşında hamama gittik, bir sıcak bir soğuk sülfürlü suya girip durduk. En başta rahatsız edici gelmişti, ama bir noktadan sonra geçti.

İlk günü özeti bu şekilde… İkinci gün ise müze gezme günümüz idi, o yüzden ikinci gün ile ilgili anlatabileceğim pek bir şey yok. Bir sürü müze gezip, Etnografya müzesindeki insan kafataslarından Gürcistan’ın önemli ressam ve heykeltıraşlarının eserlerine, ilgimizi çeken şeylerin fotoğraflarını çektik.

Anlatacaklarım bu kadar. Tiflis ziyaret edilmesi gereken bir yer mi? Bence evet, ama iki günden fazlası sıkıcı olabilir.

Yorum bırakın